-
HABER7 – ÖZEL
TR Anten Elektronik A.Ş’nin Genel Müdürü Prof. Dr. Lokman Kuzu, Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli’nin konuğu oldu. Merak edilen birçok konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Kuzu, Türkiye’nin savunma sanayiinin önemli seviyeler atladığını kaydetti.
İşte Prof. Dr. Lokman Kuzu ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız…
Elektronik harp meselesinde Türkiye şu anda hangi noktada? Siz hangi çalışmaları yapıyorsunuz?
Tarih itibar Haberle bakıldığında Kıbrıs Harekatı sırasında yaşanan ambargolar aslında bize bir miktar ders veriyor. O dersten çıkarılan sonuçlarla da ASELSAN, Roketsan, Havelsan, TAİ gibi şirketlerimiz kuruluyor. Ve bugün gelinen noktada savunma sanayiinde çalışan yüzlerce firmamız var. Yerlileşme ve millileşme adına da çok güzel adımlar atılıyor. Özellikle son 20 yılda çok büyük adımlar var. Mesela Baykar’ın çıkması ve yaptığı teknolojiler İHA/SİHA’lar bir vizyon açtı aslında. Bizim de yapabileceğimizi gösterdi. Çünkü Türkiye’deki en büyük sıkıntı bir tanesi oydu. Yani böyle bir algıyla yetiştirildik biz okullarda. ‘Siz yapamazsınız. Biz sizin adınıza yaparız. Siz kim oluyorsunuz? Siz bu işi beceremezsiniz.’ Ama öyle olmadığı anlaşıldı. Ve savunma sanayinde iyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Tabii gidecek daha çok yolumuz var. Elektronik harpte de şirketlerimiz var. Ben TR Anten Elektronik A.Ş. Genel Müdürüyüm. Biz anten geliştiriyoruz. Şimdiye kadar yirmiye yakın anteni yerlileştirdik. Füze anteni, helikopter anteni, istihbarat antenleri, telsiz antenleri, çanak antenleri var. Dolayısıyla savunma sanayinde sistemin önemli parçalarından bir tanesi. Diyelim ki bir tank üzerinde bir anteniniz var. Bir ağaçlı bir yerden geçtiniz. Anteniniz kırıldı. O sistemi çöpe at. Yani sistem çalışmıyor. Dolayısıyla antenin iyi bir yayla desteklenmiş olması lazım. Ya da her halükarda yedekli çalışıyor olmanız lazım. Bir şekilde yağmur da yağsa, kar da yağsa iletişimin kesilmemesi lazım. Soğuk havada, rüzgarda çalışıyor olması lazım. Birçok parametre var tabii. Biz bunlara yönelik çalışmalarımıza devam ediyoruz. Elektronik harple ilgili de firmalarımız var. Orada ürünler çıkıyor. Simülasyon programları, Küçük füzeler vesaire vesaire. İyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum.
Elektronik harp anlamında savunma kalkanı geliştirebildik mi?
Bu tür çalışmalar var ama ürüne yönelik olarak daha işin başında olduğumuzu söyleyebilirim.
Peki antenler başta olmak üzere mevcut teknolojileri geliştirme noktasında ne durumdayız?
Türkiye’de en büyük sıkıntılardan bir tanesi aslında malzemede. Malzeme teknolojilerinde Amerika öğrencilere 2000’li yıllarda müthiş burslar veriyordu. Ve o teknolojilere müthiş önem verdi. İyi bir noktada olduklarını düşünüyorum. Dünyada belki de bir numara onlardır. Ama Türkiye’de de bu tür eksikler artık görülmeye başlandı. Sebep de yediğimiz ambargolar. Çünkü bazı şeyleri almaya kalktığınızda çok fazla üretici yok. Birkaç üretici çıkıyor karşınıza. Ve size export lisansı olacak diyerek sizi bir şeye zorluyor. Ya zaman olarak sizi geciktirmiş oluyor. Ya da yüksek fiyat çekiyor. Dolayısıyla bunları aşmak için de bizim el atmamız lazım. Benim şimdiye kadar yaptığım projeler oldu. 6 sene kadar TÜBİTAK Uzay Enstitüsü’nün başındaydım. Türksat 6A projesini başlatandım. İMECE uydusu, görüntü uydusu, optik merkez, temiz odalar… 7 küsur metrelik bir yer istasyonu yaptık. Yani güzel altyapılar ve güzel projeler kazandırdık. İMECE uydusu biliyorsunuz birkaç ay önce fırlatıldı ve testleri devam ediyor. Gayet güzel görüntüler alınıyor. İşte oralarda yaşadığımız sorunlardan biz ders çıkardık. Dolayısıyla o derslerle de yeni yatırımlar yapılıyor. Bizim alamadığımız bazı alternatifi bulamadığımız bazı konularda yatırımlar oluyor. Ve o yatırımların sonucunu da inşallah önümüzdeki dönemde de görmüş olacağız. Yani bunlar böyle hızlı olmuyor. Yavaş ilerliyor. Çünkü bir anda o eksikleri gidermeniz mümkün değil. Yatırımlar gerekiyor. Türkiye’de o manada teknolojide son yıllarda müthiş yatırımlar var. Tabii bunu hızlandıran başka faktörler de var. Yani birincisi artık haberlere çıkıyoruz. İkincisi teknolojide bir noktaya eriştik. Bir kısım masadaki oturuşumuz değişti. Bir yandan da bu işin yani Teknofest gibi bir organizasyonu da yapılıyor.
Türkiye’de gerçekten savunma sanayinde kritik ilerlemeler sağlandı. Yerli üretimde hangi aşamadayız henüz? Bunun dışında işte zaman zaman bir dışarı bir ürünü tedarik etmeye çalıştığımız zaman zorlandığımız ya da çeşitli ambargolarla engeller çıkarıldığını görüyoruz. Bizim kendi ürünümüzü üretme konusunda durumumuz nasıl? Mesela böyle bir engelleme karşısında sonrasındaki adım ne oluyor? Nasıl başarabiliyor muyuz? Bunu çok merak ediyorum. Ve sizin için kritik yerleştirilmesi gereken mesele alanınızla alakalı ne var? Bunlardan bahsedebilir misiniz?
Bir kere bir ülkenin ekonomisini sürükleyen diyelim 2 ana sektör var. Birincisi savunma sektörü, diğeri de sağlık sektörü aslında. Sağlık sektöründe hala çok işimiz var. Oradaki ekipmanların birçoğu yurt dışından geliyor biliyorsunuz. Bununla ilgili de aslında bir geçmişte bir çalışma başlamıştı. Şu anda ne durumda bilmiyorum. Ama onunla ilgili de bütçeler ve projeler yapılırsa ben eminim ki, orada da bir başarı noktası alırız. Öbür taraftan savunma sanayinde ise bütçeler açılmış durumda. Artık uzay uydu yapabiliyoruz, görüntü uyduları yapabiliyoruz. Haberleşme uydusu yapabiliyoruz ki; 2024 yılında Türksat 6A’yı fırlatmış olacağız, inşallah. Bunun dışında füzeler yapabiliyoruz ama bununla birlikte yurtdışıyla yani Birleşmiş Milletler nezdinde ve Uluslararası arenada imzaladığımız bazı anlaşmalar var. Bazıları bizi engel olabiliyor. Ama bunların hepsi bize ders veriyor. Ve o dersler sonucu da biz bu şeylere el atılıyor. Yani bu bu tür konulara el atılıyor. İşte alüminyumun tipleri var mesela. Şu anda bir yatırımcı bunun şu yatırımını yapıyor. Yani 5000 serisi, 6000 serisi bulunuyor da diğerleri yurtdışından geliyordu. Şimdi muhtemelen onlar da yapılacak. Pille ilgili yatırımlar yapıldı. Termal pil, normal diğer piller vesaire vesaire… Baktığınızda malzeme teknolojisinde de yatırımlar var. İşte solar panellerle ilgili biliyorsunuz yatırımlar var. Aslında güzel gidiyor. Ama bir yandan da baktığımızda daha çok gidecek yolumuz var. Mesela motor teknolojisi 5-6 altı senedir belki gündemimizde. Bununla ilgili de yatırımlar oldu. Yapılanlar ve daha devam edenler var. Çünkü orada size ambargoyu koydu an yaptığınız helikopteri satamıyorsunuz. Öyle bir sorun vardı, şu anda çözülüyor. Kendi göbek bağınızı kendinizin kesmesi lazım. Yani ben uydu teknolojisi olsun, savaş teknolojisi olsun, ben irade konulduğu müddetçe mühendislerimize güveniyorum. Benim el attığım teknik problemler içinde daha başaramadığımız olmadı. Yani biz bu işi yapamadık dediğimiz bir şey çıkmadı. Uyduysa uydu, ekipmansa ekipman yapıldı. Ya bu iş meselesi biraz mühendislik probleminden çok irade ve bütçe meselesi. Bütçe verilirse, irade konursa, doğru kişiler istihdam edilirse, yapamayacağımız, çözemeyeceğimiz bir teknik problem yok.
Yurtdışından eğitim alıp Türkiye’ye dönen bir isimsiniz. Beyin göçü meselesi çok tartışılan bir mesele. Tersine beyin göçü konusunda nasıl bir adım atılmalı? Bizim süper beyinlerimizi yetiştirmemiz açısından ne gibi çalışmalar yapılmalı?
Mesela Eray Aktokluk diye bir kardeşimiz var. Bana ulaşmıştı. Bundan bir 5-6 yıl önce yedi sekiz yıl önce şu anda bireysel çok zeki bir çocuktu. Biz o zaman fark ettik. Şimdi bu tür çocuklar biliyorsunuz hızlı öğreniyor. Yani normal sınıfa koyarsanız bu çocuklar sıkılır. İngilizce mesela kendi kendine okuyarak öğrenmiş. Tam iyi değildi ama ben gördüğümde 11 yaşındaydı. Eray şu anda 20 yaşında civarındadır. Tabii anne baba yetişemiyor durumuna. Böyle çocukları özel bir sınıfı alıp o şekilde eğitmek lazım. Bu iş için biraz emek gerekiyor. Emek verirseniz o çocuklar hızlı gelişir. Genelde Türkiye’de bir program vardı. İlk iki 100-200’e giren öğrencileri direkt yurt dışına gönderebiliyorlardı. Bakmışlar ki istatistiklere bu öğrencilerin çoğu yurt dışında kalıyor. Genelde bizim tavsiyemiz üniversite burada okumaları. Çünkü burada bir anı oluşturuyor, arkadaşlık ediniyor. Öyle bir öğrenci eninde sonunda bu ülkeye dönmek istiyor. Ama liseden sonra yurt dışına gittiyse büyük ihtimalle orada kalacak. Yani oradaki kalan insanların da Türkiye’ye faydası var. Ama biz burada özellikle son 10 yılda hızlanmış bir savunma sanayi sektörümüz var. İnsan kaynağına ihtiyacımız var. Bu tür öğrencilere ihtiyacımız var. Yani biz çok normal öğrenci alıp da bu projeleri yapabiliriz ama eminim ki biri 2 yıl sürecek, diğeri 1 yıl sürecek. Yani profili yüksek. Hızlı öğrenen öğrencilerle Bir projeyi bitirmek her zaman için daha hızlıdır. Her zaman için avantaj kazandırır size. Bunu çalışırken yaşıyoruz. Hani herkes diyor ki ben de mühendisim. Öyle değil. Yani biri 100 binle girmiş diğeri ilk 1000’de girmiş. O fark ediyor. Sadece IQ değil de yani EQ, RQ, SQ dediğimiz katsayıları da iyi olanlar kazanıyor. Her zaman IQ’su yüksek olan bazen arızalı olabiliyor. Yani sosyal şeyleri faaliyetleri sıkıntı çıkarabiliyor. Ama dediğim o katsayıları hepsinden olan öğrencilerimiz var, 1000’den 2000’den 5000’den. Bu tür öğrencileri ayrı değerlendirmek lazım, ayrı yetiştirmek lazım. Bir toplumun içine soktuğunuzda kaybedebiliyorsunuz. Onları kaybetmeden yetiştirmek lazım. Milli Eğitim Bakanlığı’nın böyle bir projesi var mı bilmiyorum. Bu ülkeyi yönetecek, bu ülkede bir katma değer sağlayacak öğrencilerle biraz daha özel ilgilenmemiz gerekiyor. Öbür türlü imkânı bulan hani yurt dışına kaçarak gidiyor diyeceğim ama ben yurt dışında hem Amerika’da okudum, çalıştım. Fransa’da, Japonya’da çalıştım. Dolayısıyla yurt dışı da böyle kucağına açmış, ‘Hadi buyurun gelin.’ Böyle bir şey de yok tabii ki. Ama öyle bir algı estiriliyor ki sanki yurt dışı böyle çok iyiymiş gibi. Öyle değil. Yani sonuçta bu ülke bizim ülkemiz. Bu ülkenin güzellikleri var. Mühendisler olarak biraz daha gelir seviyesinde bir dengeleme yapılırsa ki; şu anda son birkaç yıldır da yapıldı. Yani ASELSAN ve TAİ mühendisleri gidiyordu. Bunlara maaşlarla ilgili düzenlemeler yapıldı. Ve o hareket biraz durmuş oldu. Yani Türkiye’de de çok güzel imkanlar var. Çok güzel projeler var. İçinde olmak isteyeceğiniz projeler; Türksat 6A, İMECE uydusu gibi… Şimdi 0,5 metre çözünürlükte bir uydu mesela. Dolayısıyla çok güzel projeler var. Sadece bununla ilgili insanlar sadece maaşa bakmıyor, değer görmek istiyor. Bütün hikaye bu. Değer gösterirseniz, imkan verirseniz, insanlar siyasetle de ilgilenmek istemiyor aslında. İşine odaklanmak istiyor. Bütün bu doğru, liyakate uygun insanları göreve getirip bu işleri başarmak gerekiyor. Son yıllarda bu tür projeler var. Tekrar bir silkelenip bu mühendisleri toparlayacak programlar düzenlenebilir. Ki düzenleniyor ama bir kısmının yurtdışına döndüğünü düşünüyorum. Böyle bir algı da estirilmemesi gerekiyor. Yani öyle bir algı estiriliyor ki sanki burası çok kötü, oralar çok güzel, güllük gülistanlık. Öyle değil. Ben orada yurt dışında yaşadığım için biliyorum. Öyle değil. Dolayısıyla ülkemiz güzel bir ülke. Güzel projeler var. Mühendislerimize biraz daha o beklentilerini verebilirsek daha çok mühendis kalacaktır diye düşünüyorum.
Teknoloji dahil savunma sanayi gerçekten ciddi gelişim var ve üretim atağına kalkmış görünüyor. Peki gelecekte Türkiye’yi nerede görüyorsunuz? Bu gelişim devam eder mi?
Bu devam eder diye düşünüyorum. Fütüristlerin bazı öngörüleri var. Bazıları çıkıyor bazıları çıkmıyor belki ama hani genelde bu filmlerde bizim seksenlerde gördüğümüz o açılan kapanan kapılar mesela bugün artık yaşamımızda. Fütüristlerin bir kısım şeyleri 30-40 yıl sonra tutuyor. Hani yani otuz yıl sonra belki kırk yıl sonra tutuyor. Onların öngörüsü genel olarak bazı ülkelerin çıkış yapacağı şeklinde, bunlardan bir tanesi Türkiye. O çıkışı yakaladığımızı düşünüyorum. İnşallah sekteye uğramaz. Yani çünkü o çıkışta da yani bizi iteleyen güç ise savunma sanayi.
Biz o dalgayı yakaladık diyebilir miyiz?
Ben ben yakaladığımızı düşünüyorum yani bizim insanımızın bir farkı var. Bakın ben Japonya’da da Mitsubishi Elektrics’te çalıştım. Yani bizim insanımız çok pratik. Böyle bir farklılığımız var. Yani biz motamot çalışan bir Japon gibi değiliz. Onların da bir avantajı olabilir. Ama biz bazen pratiği bulmada hızlı çözüm üretmede farklı bir milletiz. Yani bir Amerikalı gibi, bir Avrupalı gibi de değiliz. Ama bizim o o yönümüz bazen çok daha hızlı bir yerden bir yere fırlamamızı sağlayabilir. Ben onun geleceğini düşünüyorum. Yani biz iyi bir noktayı yakaladık. Özellikle belki Teknofest’ten bahsetmek lazım. Şimdi her ülkede yarışmalar oluyor. Türkiye’de de bu yarışmalar vardı. İşte ‘enerji challenge’ vardı. İşte sağlık teknolojileri yarışması, şu yarışma, bu yarışma diye baktığınızda o yarışmaları bir araya getiren, toparlayan, bir çatı altında yapan bir organizasyon ortaya konuldu. Şimdi bir de astronomiyle ilgili etkinliklerin yapıldığı Astrofest var. Bir kere insanımıza, gençlerimize, çocuklarımıza şunu anlattık; ‘Bakın biz bunları yapabiliyoruz. Siz de mühendis olun, siz de doktor olun.’ Bu arada doktorlukta açıkçası dünyada Türk doktorların üzerine ben tanımam. Çünkü gerçekten çok yetenekli doktorlarımız var. Riske girebiliyorlar ve çok başarılı operasyonlar yapıyorlar. Ama mühendislik açısından çocukluğumuzda bize ‘Siz yapamazsınız biz yaparız.’ denildi. Biz onu aştığımızı düşünüyorum. Bu Teknofest de bunu çok iyi anlattı. Bana gelen çocukların genelde bu genel matris ve matematik kavramlar için şunu soruyorlardı; ‘Ya bu ne işe yarıyor ki?’ ‘Ya hocam üçe üç matrisi çözüyoruz. Niye çözüyoruz ki?’ Ya ekranda gördüğün o döndürme, etme, en basitinden arka planda bir matris çözmedir. En basitinden. Bu aldığınız derslerin hepsinin bir manası var. Her şeyiz size bir faydası olacak. Şu anda göremiyor olabilirsiniz. Yani biz onun için de staj yaptırıyoruz çocuklara. Teknofest’lerde ürünleri gösteriyoruz, anlatmaya çalışıyoruz; ‘Bakın bunu biz yaptık’ diyoruz. Dolayısıyla onu ilişkilendirdiğimiz müddetçe insanların kendine güveni artacak. Çocuklar da buralara katkı sağlayacak. Ya biraz gaz meselesi diyeceğim ama yani aslında baktığınızda evet biraz gaz meselesi. O ufku vermeniz lazım. ‘Sen bunu yapabilirsin’ demen lazım. O teknoloji şenliği bir sürü yarışmayı bir araya getirdi. Ürünler şimdi eskiden bu kadar ürünleri görmezdik biz. Göreceğimiz bir ortam da yoktu. Bir kere fabrikalara giremezdiniz ki. Yani bir tesise gireceksiniz helikopteri göreceksiniz, mümkün mü? Kim gösterecek onu? Ya her şey gizliydi. Kendi insanından gizliyordun. Kendi insanından teknolojisini gizliyordu, böyle bir şeydi. Şu anda bu Teknofest’le bu açıkçası açıldı, gösteriyoruz. Öğrenciler artık bir proje bazlı öğretime geçtiler. Artık yarışmalara girmek için öğrenmek zorunda kalıyor. Phyton öğreniyor, donanım öğreniyor, yazılım öğreniyor, kodlama öğreniyor, bir sürü şey öğreniyor. Ve bunun ürün olarak örneğini de gördükçe de hoşuna gidiyor. Bunlar aklında kalıyor. Ve diyor ki ‘hayat bu’. Yani olması gereken bu. Matematik, fizik, teori… tamam iyi bir mühendis olmak için onlar da lazım. Ama fiziksel görmeyince belki ‘hayatım boyunca kullanmayacağım şeyleri niye gördüm ki’ diye belki soğuyor o işlerden. Ama şu anda ARGE mühendisleri, tasarım mühendisleri, analiz mühendisleri, test mühendisleri birçok konuda mühendis yetiştiriyoruz. Ve bu Teknofest’lerin çok büyük faydası var. Haftaya Ankara’da olacak. Ben de katılacağım. Tabii il il olmasına büyük fayda var. Bizim orada TR Anten olarak direkt bir standımız yok. Ancak bir katılım sağlayacağız. Orada muhtemelen diğer kurumlarımızın standında olacağız biz. İl il olmasının şöyle bir faydası var; Antalya’daki bir öğrenci Ankara’ya ya da İstanbul’a gelmek zorunda değil. Birçok kişinin belki gelme imkanı olamayabiliyor. İzmir’de, Samsun’da yapılıyor. Bölgesel olarak da yapılması büyük fayda var. Çünkü herkese ulaşmamız lazım bizim. Sadece belli imkanları olan insanlara değil herkese ulaşmamız lazım. O mana gerçekten güzel bir iş yapılıyor. Ben T3 Vakfı’nı da kutluyorum. İlk başta bu tür organizasyonlar yapılırken ben de katılıyordum toplantılara. Bence iyi bir noktayı tutturduk. Bu, dünyada da böyle. Yani dünyada da yarışmalar yapılarak bazı teknolojiler geliştiriliyor. Burada da yarışmalar yapılıyor. Bir sürü yarışmalar var. O yarışmalar sayesinde aslında teknolojiyi biraz zorlamış oluyorsunuz. Ama şunu soruyorlar bazen bana, ‘Ya bu yarışmalardan bir ürün çıkıyor mu?’ Beklemiyoruz. Lise talebesinin ya da üniversite talebesinin çok büyük bir şey yapmasını beklemiyoruz. Çünkü teknoloji tek kişiyle gelişmiyor. Birçok kişi katılıyor. Artık eskisi gibi yüzyıl önce bir kişi bir discovery yapıyordu. Artık ekip işi, bir kişinin yapacağı bir şey değil. ‘Aşı buldum ben buldum.’ Yok öyle bir şey. Belki yüz kişi çalıştı. Belki bin iki bin kişi çalıştı. Onun için tekne burada açıkçası araştırmayı öğreniyorlar. Bir şeyi geliştirmeyi öğreniyorlar. Tabii bu iş hayatına girdiklerinde de bize çok büyük faydası var. İş hayatında yani biz işveren olarak çok büyük faydalarını görüyoruz.
Benim tabii toplumda konuşulan şeyleri, zaman zaman dinlendirme arzum oluyor. Tabii zaman zaman ‘Bu kadar sıkıntılar var, ekonomik problemler var. Uzaya gitmek ya da öyle bir hayal kurmak, öyle bir meseleye, bütçe ayırmak ne kadar doğru?’ deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Şimdi biliyorsunuz, 4 Ekim 1957’de yörüngeye ilk uyduyu fırlatan Ruslar oldu. Tabii uzay çağı orada başladı diyebiliriz. Hemen ardında 1960’ların başında Endonezya’ydı sanırım, uzaya ilgi duydu. Eleştirdiler; ‘Niye uzayla ilgileniyorsun ki?’ Endonezya’nın derdi de başkaydı. 7000 tane adadan oluşuyor. Bunların iletişimini sağlaması için de ya 7000 adayı birbirine bağlayacak kabloyla ya da bir uydu yapacaktı. Kim haklı çıktı? Tabii ki o kurumun fikirleri haklı çıktı. Çünkü uzay teknolojileri bugün dünya üzerinde bir network varsa bu networkün büyük kısmı okyanuslardan denizlerin altından fiberlerden kablolarından gider. Ama çok küçük bir kısmı belki binde biri uydulardır. Ama uydular kritiktir. Uydu teknolojilerine ülkeler yatırım yapıyor. Ama baktığınızda bu yatırımın direkt uzayla ilgisi olmayabiliyor. Çıktıları var. Başka alanlarda da tabii NASA’nın 2 bin küsür ‘spinoff’ları var. 1970’lerden beri tuttuğu raporladığı yan ürünler var. Bugün cep telefonlarında gördüğünüz HD kamera bir uzay çalışması sonucu bulunmuş bir şeydir. Ya da ameliyat, ekran, işte bir kısım malzemeler vesair… Uzay böyle bir değer üretir. Yani sadece uzay değildir aslında. Uzay kritiktir. Aslında bir anlamda teknolojiyi geliştiriyorsunuz. Size sınır verilmiş. Mühendislere bir zor bir problem vermiş. Ben bu zor problemi çalışırken de bir şey geliştiriyorum. Bir şey de yan ürün olarak çıkabiliyor. Veya sonuçta bir diğer etkisi de sonuçta kritiktir. Yani atıyorum bir büyükelçinizle Dışişleri Bakanlığı olarak merkezi olarak herhalde sabit hat telefon üzerinden görüşmezsiniz herhalde. Sonuçta kriptolu bir telefon lazım, bir yer istasyonundan uzaya çıkacaksınız. Uyduğunuzdan da size düşecek o sinyal. Sonuçta sabit hattan gittiğinizde o güvenliği garanti edemezsiniz. Dolayısıyla kritikliği var. Başka bir sisteme girmemeniz lazım. Yani çok özel bir bilgi varsa o bilginin orada konuşulmaması lazım, sabit hat kullanılamaz. Yurtdışında bir sürü kurumunuz var. Dolayısıyla bu kurumlarla iletişimi sağlamanız lazım. Sürekli görüntü çekiyor olmanız lazım belki. Bazı şeyler var ki İHA/SİHA’lar fayda etmeyebiliyor. İzlanda’da bir volkan dağı var. 2010’da patladı bu. Onun görüntülerini İHA’larla çekmenizin ihtimali yok. Çünkü külleri 13 kilometreye fırlıyordu. Onu uyduyla çektiler. Mesela sınır ülkeden siz bilgi almak istiyorsunuz. Bunu hava sahasında yapamazsınız. Uydularla yapmak zorundasınız.
Deprem sürecinde de çok tartışılan bir mesele vardı. HAARP teknolojisinin depremi tetiklemesiyle ilgili komplo teorileri üretildi. Mesela son havai yangınlarında yine benzer lazerle yangınların çıkarıldığına dair komplo teoriler üretildi. Bunlar gerçekten komplo teorileri mi ya da yapılabilir mi?
Dün bir videoyla karşılaştım. Evet yani konunun uzmanı değilim. Tanımıyorum kişiyi, ismini de yazmamışlardı. Elon Musk’ın yaptığı Starlink uydularının lazerle yangın çıkardığını filan iddia ediyor ki, uçmuş. Öyle bir şey yok üzerinde. Öyle bir görev yükü olsa da çıkaramaz. Yani sonuçta bu lazer 800 kilometrelik bir uydu lazeri tutacak dünyayı yakacak. Böyle bir şey olamaz yani. Bu RF sinyali sürekli böyle toparlanarak gitmiyor, yayılarak gidiyor.
Mevcut teknolojiyle mümkün değil mi böyle bir şey?
Mümkün değil.
Peki HARP teknolojisi nedir?
HAARP dediğimiz şey geçmişte başlamış. 2000’li yıllarda Alaska’da bir üniversiteye devredilmiş bir proje. Yüksek güç basık iyonosfer tabakasının sektirme özelliği kullanılıyor. Büyütme özelliği kullanılıyor. Tabii sinyal 600 kilometre gidince zaten pikowatt’lara geliyor. Tekrar büyüttüğünüzde bir milyon defa büyütseniz de en fazla 100 wat olur. Tekrar ineceği yerde gene pikowatlara düşer. Anlamsız bir şey. Yani orada böyle depremi bırakın, bardağı oynatsın ya. Başka bir şey demiyorum. Ben bunu bir bir yazımda da yazdım. Yani HAARP ile bir bardağı şuradan şurayı oynatın. Çok net yani. Evlerde kullandığımız mikro dalganın içinde 600 watt var. Benim doktor konum. O dönen motorunu iptal edin bakın bakalım su ne oluyor. Su hareket ediyor mu ya? Öyle bir şey yok yani. Deprem dediğiniz şeyde milyonlarca julden oluşan bir enerji dalgası açığa çıkıyor. Yani onu oluşturma ihtimaliniz sıfır. O kadar büyük enerjiyi insanoğlu elde edemiyor. Mümkün değil. Bir de bu yerin 5 -10-20 kilometre altında olan bir şey. Yani bu mümkün değil. THOR Projesi vardı. Yani işte çubukları atalım diye. Böyle bir proje de 2000’lern başında bitti diye biliyorum. O da mümkün değil. Yani atmosfere girecek. Uzaydan fırlatılacak. Zaten atmosfere giren şey tamam hızlı giriyor ama zaten yanıyor. Hadi çubuklar yanmadı diyelim. Yere düşse bile beş kilometre aşağıya nasıl inecek? İnse bile oradaki yani beş kilometre boyunca hiç mi yavaşlamayacak? Çok basit düşünüyorum. Yani çok yani halktan insanların düşünebileceği şekilde. Yani mühendis olmasan bile bu şekilde düşünseniz bile böyle bir enerjiyi ortaya çıkarma ihtimali sıfıra yakın. Bunlar denendi. Bir örneği yok. Bugün Rusya, Ukrayna savaşı var. Böyle bir şey olsa Rusya’yı altüst ederim. Böyle bir teknoloji elimde olsa sürekli orasını burasında deprem çıkarırım. Adamın ekonomisini bitiririm yani. Böyle bir şey yok yani. Olsa Amerika kullanmaz mı? Bir de konunun uzmanı olmayan insanlar çıkıyor. Sallıyorlar. Çok tutuyor maalesef basında. Herkes de konuşuyor Bizim en büyük problemimiz okuma problemi. Yani az az okuyoruz. Az araştırıyoruz. Her şeyi internette bulabileceğimizi sanıyoruz. Hele yeni nesil bir de öyle bir şey. Her şeyi internette bulacağını sanıyor. Ben anten teorisi dersi veriyorum. Bilim teknoloji dersleri veriyorum. Her şeyi internette bulacağını sanıyor bu öğrenciler. Bart kullanıyor. ChatGPT kullanıyor. Orada bulacağını düşünüyor. Sizden daha akıllı bir şey değil. Hatta dün biz bir bilmece sordum ChatGPT’ye diye. İngilizce sordum, bilemedin. Beklentim de oydu zaten. Yani bunlar daha çok ilerlese bile insanoğlunun zekasını geçme ihtimali sıfır. Çok net söylüyorum. Hızlı işlem yapıyor. Bazı şeylerde avantaj getiriyor olabilir. Ama hala çok çok uzağında.
Teknolojik gelişmeler sizi ürkütüyor mu? Zaman zaman toplumda nereye gidiyoruz soruları soruluyor.
Sosyolojik problemleri beraberinde getirdi. Toplumları değiştiriyor o kesin. İletişimin artması bazen avantaj, bazen dezavantaj. Tamam, çocuğumuz bir yerde. Nerede olduğunu biliyoruz. Onu merak etmiyoruz. Hatta takip ediyoruz online olarak. Bu güzel bir şey olabilir. Ama mahremiyet diye bir şey bırakmadı. Evet. Her şeyimizi paylaşıyoruz. Yediğimiz yemeği paylaşıyoruz. Arkadaşlık ilişkilerini bile paylaşıyoruz. Sizin kimle arkadaş olduğunuz istihbarat zaafıdır. Zaten bu biraz nitelikli hedef olan insanlar çok şey paylaşmazlar. Yani o çünkü zafiyettir. Dolayısıyla teknolojiyi bir yandan iyi kullanan için iyi bir şey. Ama teknolojik bir bağımlılık yapıyorsa… ‘Bakalım beni kaç kişi ‘like’ladı? Bakalım beni kimler takip ediyor?’ Böyle bir anlamsız, boş işlerle uğraştırıyorsa yazık. Ama bunu doğru kullanan gençler çok. Çalışan gençler, öğrenen gençler kazanacak. Her dönemde olduğu gibi her dönemde çok çalışan kazanır. Bu dönemde de öyle. Bunu biz avantajımızla kullanabiliriz. Bir bıçak var, bunla insanda kesebilirsin ekmek de kesebilirsin. Yani dolayısıyla bu bunu avantajımızla kullanmamız gerekiyor. Onun için gençlere hep şunu tavsiye ediyoruz. Dikkat edin. Yani kullandığınız sosyal medya hesaplarında şunları her şey kontrol ediliyor. Her şey kaydediliyor. Siz işe girerken ya da bir bir şey yapacağınız da bunlar görülüyor. Hani sanmayın ki, orada yazdınız, küfrettiniz, gitti filan. Böyle boşluğa ve uzaya gitti. Öyle bir şey değil. Her şey kaydediliyor. Karşınıza bir gün getirip koyabilirler. Hele hele nitelikli bir hedef olma durumunuz varsa, bir bakan olacaksanız, bir başbakan veya bir başkan olacaksanız bir yere bir göreve gelecekseniz, genel müdür olacaksanız, bunlar karşınıza çıkacak. Her zaman onu söylüyoruz. Yani güvenlik problemi, siber son konusu daha önemli hale geldi ki bu korona döneminde de biliyorsunuz internetler daha fazla kullanılmaya başladı. Yani çünkü evden artık eğitimleri online yapıyoruz. Ben çok tercih etmiyorum ama mecbur kaldık ‘Covid’ döneminde bir çözüm üretmeye. Dolayısıyla o o yöntemler seçildi. Yani hala göz göze eğitimin etkili olduğunu biliyorum. Daha öğretici olduğunu biliyorum. Uzaktan eğitim maalesef hani bazı mühendisler bu korona dönemini geçiren bazı mühendislerin ben zayıf yetiştiğini düşünüyorum. İnşallah piyasada onlar kendilerini o açıklarını kapatacaklar. Ama o teknolojinin dediği gibi getirdiği de var, götürdüğü de var.
Peki teknoloji casusu meselesi yine ülkemizde çok konuşulan konulardan bir tanesi. Özellikle işte Aselsan mühendislerimizin ortadan kaldırıldığıyla alakalı pek çok acı tecrübelerimiz de var.
2007 yılında bana operasyon yapıldı haber oldu mu? Fransa’da bana operasyon yaptılar, her şeyimi çaldılar. Beni uyuttular, çocukları gönderdim. Bir gün sonra operasyon yaptılar. Bu haber oldu mu? Olmadı. Yani işte Aselsan mühendislerine ne olduğu belli. O dönemdeki konuştuğumuz insanlar bu bilgileri biliyorlar. Şu anda da bilen çok vardır. Haber yapılıyor. Yoksa birileri gelip öldü.
Nasıl bir tedbir alınmalı?
Bakın yurt yurt dışına gidenlerle ilgili ya da yurtiçiyle ilgili bazı nitelikli hedef yani bazı pozisyonlardaki insanlarla ilgili benim hazırladığım bir sunum var. Bir saatlik, bir buçuk saatlik. Güvenlikle ilgili, istihbaratla ilgili. Bunu ben uzay enstitüsündeyken arkadaşlara, bazı arkadaşlara anlattık yani. Yurt dışına bilgisayar götürmeyin dedim. Çünkü Gittiğinizde çalıyorlar. Hem de anahtarı kullanmadan yani hani zorlanmış değildi. Normal bir hırsızlık değil. Normal bir hırsızlıkta bir şeye zarar verir. Öyle girer belki. Ama o hiç direkt girmiş, almış gitmiş. Beni uyuttukları gibi her şeyimi çalmışlardı. Yani USB bile Götürmeyin. Yani götürdüğünüz bilgi önemli. Her şeyi içmeyin diyoruz. Siz de yani yurt dışından gelen insanlara iyi dikkat edin. Diyorlar ki bir şey içmek ister misin? Sadece su içiyor yani. Niye? Niye çay istemiyor? Yani bir şeyi var. Bir şüphesi var. Sıcak şeyin içine atacağınız Küçük bir katkıyla bu adamı çok rahat konuşturabiliyorum ben. Onun için de geçen yerlerinin başına hani Çin’e gittiğimde Jennit Yellow’un başına gelen yani bir şey yerken içerken dikkat ediyor olmanız lazım. Götürdüğünüz eşyanıza dikkat ediyor olmanız lazım. Her şeyi götürmeyin. Yedeklerini tutun yangına karşı, hırsızlığa karşı, siber saldırıya karşı, yedekten bütün bir yerlerde. Onları tavsiye ediyoruz. Ve dikkat edin. Yani eğer nitelikli bir yani bu teknolojiyle ilgili bir sizin elinizde neler var? Neye sahipsiniz? Onu anlamaya çalışırlar. Bu Teknofest’te eminim bir sürü casus geliyor. Gelir gelmez mi yani? Kim Türkiye neyi geliştiriyor? Onu görüyorlar. Yani isim isim saymayayım şimdi ülkeleri. Merak ediyorlar. Tabii ki. Yani bizim S-400’le ne yaptığımızı nereden biliyorlar? Dört tane isme Caatsa yaptırımı çıkıyor yani. Bu isimleri nereden biliyorlar kimse tanımaz. Ama biliyorlar sonuçta bir yerden bilgi alıyorlar demek ki. Yani yurt dışıyla ilgili şöyle söyleyeyim. Ya bugün için diyelim.
Yani artık açık kaynak istihbarat yapılıyor. Herkesle ilgili her şey tutuluyor. Bunun bir kısmını şu ülke tutuyordu. Bir kısmını bu ülke tutuyor. Sizin ülkeniz de sizinle ilgili tutuyor. Herkes bir şey tutuyor. Zaman zaman bunlar da kullanılıyor. Onun için yazdığımıza, çizdiğimize dikkat etmemiz gereken, muhataplarımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Bu böyle şey bir ortam yani biz izleniyoruz evet izleniyoruz. Yani bizi izliyorlar mı? Evet izliyorlar.
Toplum içinde aynı şey geçerli. Mesela işte cep telefonlarımız bizi takip ediyor, dinliyor. Halkın da merak ettiği şeyler var?
Bunu iki amaçla yapmış olabilirler. Bir pazarlama amacıyla sizin konuştuğunuz sözcüklerden bir kısım ürünleri getiriyor. İkincisi de istihbarat amaçlı dinleniyor. Ha, bunların işlenmesi konusu çok büyük bir veri var orada. “Big data” var. Hani ben nitelikli hedef olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla hani bakanların dikkatli olması lazım. Bakanlar, müsteşarlar esas isimleri ve her yazışmayı işte WhatsApp kullanmak. Büyük handikap. Yani onların da kendilerine göre programları var sonuçta. İstihbaratın kullandığı programlar var. Dolayısıyla bir tanesi Rusça, diğeri Wechat Çin’in, Telegram Rusya’nın, Messenger bilmem kimin zaten biz şöyle diyoruz. Bir şey ücretsizse ürün sizsiniz. Yani sizden bilgi alıyordur. Yani onun için ücretsiz şeylere dikkat etmek lazım.
Peki vatandaş güvenlik konusunda neye dikkat etmeli?
Yazdığına çizdiğine? Bir şey yazıyorsa çiziyorsa kayıt altına alınıyor. Söylersen gene unutuluyor da. Yani hani bir şeyi söyledin, gitti. Yazılı olarak zaten mail filan kayıtlara girdi. Yani yazı çok daha tehlikeli bir şey. İspatı da kolay. Sözlü de yani şimdi artık yapay zeka da girdi. Sizin ses renginizi alıyor istediği gibi konuşturuyor. Dolayısıyla hani sözü de inkar ettiniz diyelim. Yaptınız ama inkar edebilirsiniz belki.
En son Cumhurbaşkanının taklit edilmesi meselesi vardı mesela MİT’in tespit ettiği. Cumhurbaşkanının birebir taklidini yapmışlardı.
“This person does not exist dot come” diye bir adres vardı,şu anda kaldırdılar mı? Ya orada gördüğünüz hiçbir resim böyle çok detaylı resimden çıkıyor. Web sitesinde. Onlar gerçekten dünyada yaşamayan birileri. Yapay zekâyla oluşturulmuş bir profiller.
Efendim röportajımızın sonuna doğru artık son soruya geldik. Çin’le yaşadığınız bir ödeme meselesi vardı. Ona değinmek ister misiniz? Çok enteresan geldi.
Zaten az çok biliyordum ama yaşadığım bir olay. Para sistemi nasıl çalışıyor dünyada zaten az çok biliyorduk. O olaylar biraz daha o sistemi öğrenmem gerektiği ortaya çıkıyor. 2018 yılında başıydı. Bizim İmece uydusun detektörünü bir yerli bir firmayla gitmiştik. Ancak firma gecikti, hukuki sıkıntılara girdi filan. Finansal sıkıntılara girdi. İsim vermeyeceğim. Dolayısıyla biz yurt dışından alalım dedik bu detektörü. Bu detektörün büyüklüğü de yaklaşık bu civarda. Yani çok büyük bir detektör. Bir metre çözünürlük bir uydunun detektörü olacak. Bunu Amerika’dan istediğinizde size diyor ki size export lisans lazım size. Biz size işte bunun için belki iki seneye ihtiyaç var. Uyduda iki üç sene içinde bitmesi gerekiyor. Yurt dışına çıkarılması için onu o lisansı kapitalden işte meclisten geçirecek sonra bana satacak filan. O yani bir şeye tabi. Aytar dediğimiz bir regülasyon var regülasyona tabi. Onlar öyle diyor. İşte Almanya’dan buluyoruz. O da yüksek fiyat çekiyor. Apsko diye bir üyeliğimiz var. Bunlar sekiz tane üye. Türkiye’de ben Türkiye delegesi olarak çok orada bulundum Çin’de. SNS onlarla ilişkilerimiz iyiydi. Bir ekip oraya toplantıya giderken arkadaşlara dedim ki proje yöneticisine ya Çin’in elinde böyle bir dedektör vardır biz sorun dedik yani. Onlar evet varmış toplantıya gittiler. Var. Fiyat ne? Fiyatı tam istediğimiz fiyat. İki buçuk milyon dolarlık bir fiyat. Ben dedim ki şimdi iki bin on sekizin başındayız. Onlar dedi ki, “Sözleşme euro mu istiyorsunuz yuan mı istiyorsunuz?” dediler. Ben dedim ki “euro olsun. Siz niye dedim sordunuz bu soruyu?” “Biz export gösterebiliyoruz. Yani ihracat göstereceğiz kendi içimizde. Biz euro tercih edin. Tamam, “Sizin istediğiniz gibi olsun” dedik. Biz sözleşmeyi imzaladık bir altı ay sonra bir seviye tamamlandı. Dolayısıyla bir 200 bin euro gibi bir rakama gönderdik biz bankadan. 13 gün sonra muhasebecim geldi. Hocam dedi bizim para gitmemiş. Bizim para nerede? Deutsche Bank’ta. İyi de niye gitmiyor Ziraat Bankası kara listeye girmiş onun için. Ne kara listesi? Bilmiyorum ama parayı göndermiyorlar. Ne istiyorlar? Uydunun bilgisini istiyorlar dedi. Onlara ne dedim ya? Ben detektör alacağım Çin’den. Almanya benden bilgi istiyor. Ne alakası var? Ben tabii o arada uyandım. Zaten sistemde zaten az çok biliyordum. Hemen Ben SSB’ye gittim. SSB’de bu görüşmeleri yaptım. Ya ben dedim hani bu parayı ben gönderemiyorum. Siz şu sistemin parasını nasıl gönderiyorsunuz? Sisteme takılmadan gönderiyorlar tabii ki. Evet. Dolayısıyla sonradan o bilgileri verdik biz. Sonra Profesör Doktor Mete Gündoğan diye bir hocamız var değerli hocamız. Onun bir narkoz isminde bir kitabı var. Bu para sistemini anlattığı. O kitabı hemen hocamla görüştüm. Aldım. kitabı okudum. Sonra birçok kişiye de tavsiye ettim. Uluslararası para sistemi dolaşım nasıldır? Nasıl çalışır? O kitapta güzel anlatıyor bence. Dolayısıyla o kitabı okumalarını tavsiye Diyorum. Yani benim bir FBI’la da bir şeyim var. New York’tayken. Doktora yaparken. Bir yerden kredi kartıyla benzin almışım. Bir zencinin biri öldürmüş gecenin bir saatinde. Ben gazetede dağıtıyordum? FBI beni bulmuştu. Anladım ki ya kredi kartı kullanıyorsanız sizi takip ediyorlar. Yani o yani bu böyle bir şey. Yani para sistemi sizin kontrolünüzde değil. Kredi kartı sistemi sizin kontrolünüzde değil. Bunu vatandaşımızın bilmiyor.
Yani birileri çıkıyor hani bitcoin diyor. İşte başka sistemler geliyor diyor. Bunun işte dolar diyor vesaire şeyler sistemleriyle ilgili belki değişecek diyor ama yani işte rubleyi öne sürüyor ama güçlü olmak gerekiyor. Şimdi ekonomiler aslında çarpışıyor. O şu anda para sistemi dolar üzerinden ve sistem SWIFT üzerinden çalışıyor. Ve sizin paralarınızın kime ne gittiği belli. Her şey kontrolde. Dünya bunu kontrol ediyor. Bu sistemleri değiştirmek için bizim ekonomik olarak güçlü olmamız lazım. Ne zaman ekonomi olarak güçlü oluruz kendi sistemimizi koyarız.
Kaynak : Haber7
Kaynak Url : https://www.haber7.com/guncel/haber/3349735-uzman-isimden-onemli-aciklamalar-turkiye-savunma-kalkani-mi-gelistirdi
Bir yanıt yazın