İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda bulunan eski Defter-i Hakani (Tapu Kadastro Müdürlüğü) binası Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Ayasofya’nın kuruluşundan itibaren günümüze gelene kadar geçirdiği değişimlerin anlatıldığı bir müzeye dönüştürüldü. 1934 yılında müzeye dönüştürülen Ayasofya, 2020’de ibadete açılmıştı. Aynı dönemde ibadete açılmasına karar verilen Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’nin koleksiyonunda yer alan eserlerin sergilenebilmesi için Tapu Kadastro Müdürlüğü’nün de müzeye dönüştürülmesine karar verilmişti. Yaklaşık üç yıldır süren çalışmaların sonucunda Ayasofya’nın depolarında yer alan eserler ve Ayasofya’nın tarihini anlatan dijital müzecilik örneği ziyarete açıldı.
“AYASOFYA OLAĞANÜSTÜ BİR KOLEKSİYONA SAHİP”
Ayasofya Tarihi Müzesi hakkında bilgi veren Sanat Tarihi Uzmanı Hayri Fehmi Yılmaz, “Ayasofya deyince Türkiye’nin muhteşem anıtlarından birini hatırlıyoruz. 4. yüzyılda inşa edilip 5. ve 6. yüzyılda yenilendi. Bugünkü hali 6. yüzyıldan günümüze kadar ulaştı. Dünyanın en nadir ve en etkileyici anıtlarından biri olan Ayasofya olağanüstü bir koleksiyona sahip. Yaşadığı bütün asırlarda kentin ve bu coğrafyanın hakimleri onu daha zenginleştirmek için yapıya birçok hediyeler sundu. Dolayısıyla Bizans ve Osmanlı uyarlıklarının zirvesini temsil eden bir yapı oldu” dedi.
“20. yüzyılda tarihinin büyük bir kısmı müze olarak geçti. 1934 yılında bu süreç içinde hem yapıyla ilgili bazı malzemeler hem de yapının dönemleriyle ilgili malzemelerini toplayan bir müze haline getirildi” diyen Yılmaz, “2020 yılında yapının kendisi tekrar cami haline getirilince Ayasofya Müzesi varlığını devam ettiriyor. Binanın içinde değil, anıt müze olarak kullanılıyordu. Koleksiyonlarını sergileme fırsatı ortaya çıktı. İstanbul’a bu da büyük bir hediye” dedi.
“BAZILARI HİÇ TEŞHİRE ÇIKMAMIŞ ÖZGÜN MALZEME SERGİLENİYOR”
Ayasofya’nın depolarında yer alan ancak hiç sergilenmeyen eserleri anlatan Yılmaz, “Ayasofya’da bazıları hiç teşhire çıkmamış özgün malzeme sergileniyor. Çok özgün bir müze oluşturuldu. Aslında 2 kat boyunca Ayasofya tarihini görsellerle anlatan etkileyici bir modern müzecilik teşhiri karşımıza çıkıyor. Hemen onun altında da Ayasofya’nın bizim alıştığımız klasik anlamda bir teşhirini izlemek mümkün. Yapı malzemesinin içerisinden damgalı tuğlalar çok enteresan bir grubu oluşturuyor. Yapının bütün yüzeylerini kaplayan zengin mozaik bezemelerin zamanla dökülmüş olan tesseralarından örnekler görülüyor. Böylelikle mozaik sanatını anlamak çok enteresan olacak” dedi.
“Sikkelerle çok ilginç bir koleksiyona sahip. Onları da ara ara serginin her yerinde izleyebiliyoruz” diyen Yılmaz, “Bizans dönemine ait taş eserler, mimari parçalar fotoğraflarla çok iyi desteklenmiş. Osmanlı dönemi için de o dönemin mefruşatıyla ilgili özellikle Kuran-ı Kerim mahfazaları bulunuyor. Osmanlı, ahşap sanatının hiç şüphesiz baş yapıtı olan rahleler teşhir ediliyor. Minberin iki tarafına asılmış sancakların orijinali izlenebiliyor. Serafimlerden birinin yüzünü kapatan bir levha vardı. O kaldırılınca biz serafimi görüyoruz. Sultan Abdülmecid döneminde yerleştirilmiş olan levhanın kendisi burada teşhir ediliyor. Ayasofya ile ilgili yazmalar var. Ayasofya kütüphanesi çok enteresan bir bölüm oluşturuyor. Özellikle Osmanlı döneminde Ayasofya’nın tarihini anlatan yazmaların izlenmesi de hiç şüphesiz çok keyifli. Müze haline getirildikten sonra Ayasofya Türkiye’de ve dünyada Bizans sanatının önemli müzelerinden biri haline geldi. Türkiye’de Bizans sanatı ile ilgili koleksiyonlar burada toplandı. Çıkışta bu sergilemelerin sonunda bizi müthiş bir sürpriz karşılıyor. Bir rulo halinde Fatih’in Vakfiyesi ziyaretçileri karşılıyor” diye konuştu.
Bir yanıt yazın