90’larda listeleri alt üst eden “Ah Canım Ahmet” lakaplı Ahmet Akkaya şimdi ne yapıyor? Akkaya çıkış hikayesini, Özkan Uğur’un hayatındaki önemini NTVRadyo’daki Albüm programında Zeynepgül Alpe’e anlattı.
– 94’ün son baharında “Ah canım, vah canım, üzme tatlı canını” diye eğlenerek şarkı söyleyen bir sanatçı olarak girdiniz piyasaya. Oldukça farklı bir tarzla… Bir anda şarkı patladı, herkesin diline dolandı. Sonra peşinden klipler, albümler geldi ve Ah Canım Ahmet Türkiye’nin 90’lar müziği albümünde çok önemli bir karede yerini aldı. Sizin için müzik yolculuğu aslında hiç bitmedi. Halen çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Ama bizim 90’lardan uzaklaştığımız yıllarda siz neler yaptınız?
Özellikle 2000’lerden sonraki süreçte, müziğimi, sesimi dinlemekten keyif alan dinleyicilerimizle buluşuyorum. Güzel anlar biriktiriyoruz. Müzikli hayatıma devam ediyorum. Ama nasıl devam ediyorum? Bir yandan aranjörlük, film-reklam müzikleri yapıyorum, diğer yandan ekstra event dediğimiz müzik projelerim var; onlarla sahne performansları yapıyorum. Zaman zaman da Seçkin 90’lar konserleri yapıyorum Çelik, Yonca Evcimik, Mansur Ark gibi isimlerle. Daha az ve öz işlerde onlarla beraber oluyorum. Hayat böyle güzel keyifli geçiyor benim için.
“ÖZKAN UĞUR HAYATIMDA ÇOK ÖNEMLİ BİR YERE SAHİPTİ”
– Şimdi, o ilk güne gitmek istiyorum. 94’ün Eylül ayı albümünüz çıktı. İlk klibiniz yayınlandı, ki klip o zaman çok çok önemli bir şeydi. Sonra herkes sizeitanımaya başladı. Nasıldı, nasıl tepkiler alıyordunuz?
Yapımcım, prodüktörüm Özkan Uğur’du. Hayatımda çok çok önemli bir yere sahipti. Beni ve müziğimi fark edip yapım şirketi Turkuvaz Yapım’ı kurarak ilk albüm çalışmamı çıkarmıştık ve başarılı oldu. Maddi, manevi… Dolayısyla oradan çok güçlü bir başlangıç yaptık. Doğrusu biz de beklemiyorduk. Ama biz şunu bekliyorduk: İyi bir şey yaptık. Yüksek bir müzik kalitesi, görsel kompozisyona çok önem verdik.
Özkan Uğur’a o dönem tasarımcı aratmıştım İstanbul’da. Özkan Uğur’la yönetmen arayışı başlattığımızda üç önemli yönetmen, film yönetmeni, klibimi çekmek için adaydı. Görüşmeler yaptık, fakat o görüşmelerde ben çok yükselemedim. İçime sinmedi. 26 yaşında genç birisi olarak ben Özkan’a dedim ki arayışımızı devam ettirebilir miyiz? O da “O zaman sen bir Berlin’den falan bak bakalım” dedi. Çünkü müziğim çok evrensel, çok lirik, doğu ve batı motiflerini çok iyi işleyip bir araya getirmiş, daha önce benzeri olmayan, hayalini kurduğum bir Türkçe söz ve müzikten bahsediyoruz. Dolayısıyla görsel kompozisyonun da o farkı yakalaması gerekiyordu. Ben otelime gelmiştim ve akşam geç saatlerdi. Televizyonu açtım ve bir anda o kişiydi işte. Nazan Öncel’in “Geceler Kara Tren” şarkısına handy-cam kamerayla bir klip çekmiş, prodüksiyon sıfır. Ben hemen yapıştım ekrana, “Adamımım bu” dedim. “Bu adam resme hizmet ediyor” dedim. Yüksek sanat anlayışı var. “Bu adamı bulmalıyız” dedim ve Özkan’ı aradım. Dedim ki “Adamımız Mete Özgencil. Onunla çalışmak çok istiyorum.” “Tamam, ben ararım” dedi. 15 gün sonra Özkan bulmuş. Mete’yle biraraya geldik. Görüntü yönetmenimiz de çok değerli Uğur İçbak’tı ve “Ah Canım, Vah Canım” klibini çektik.
– Evet, klip yayınlandı ve inanılmaz bir çıkış oldu sizin için. İlk tepkiler nasıldı, ne diyorlardı size?
İkiye ayrılıyordu tepkiler. Ya çok seviyorlardı ya da kafası karışanlar, “Acaba ne demek istiyordu?”, “O klipteki balık ne?”, “Pozitif düşünceler kazanır ne demek?” diyorlardı. Aslında çok ezber bozan bir albümdü. Belki de Türk müzik tarihinde kişisel gelişimi şarklı sözlerine aktararak, buna yüksek anlamlar yükleyerek ifade eden ender isimlerden biriyimdir. Dolayısıyla bu tuhaf geldi. Sonra tuhaf gelen şeylerden biri, deri kıyafetler içinde genç bir adam, melez, aksesuarlar, şapkalar, küpeler, bastonlar, bu da aslında alıştıkları temiz aile çocuğu imajından beni bir anda farklı bir yere koydu. Orada kafası karışan kesim biraz zamana ihtiyaç duydu. Onlar zaman içerisinde dinleyerek ve anlayarak, beni daha çok sevdiler. Hatta oradan çok seven bir hayran grubu dahil oldu kariyerime. İnsan kazanan her şey kazanır sayılır ya. Bende son derece pozitif ve iyi gelişti gerçekten bu durum.
“YAŞAMAK, MUTLU OLMAK BİR SANAT”
-Şarkılarınızda verdiğiniz mesajlarda da, röportajlarınızda yaptığınız açıklamalarda da “pozitif olmanın, hayata olumlu bakmanın, hatta olumlamalar yapmanın” önemine vurgu yapıyorsunuz. Gerçekten bu pozitif bakış açısı hayatınızı pozitif etkiledi mi?
Etkiledi. Çünkü biz yaradılıştan, Allah’ın bizi yarattığı yaradılıştan saf enerjiyiz. Sevgi enerjisi ve diğer pozitif tüm güzel enerjileri taşıyoruz. Fakat insanoğlunun hayatı ve dünyayı yaşanmaz hale getirmesi sonucu bu enerji bozuluyor ve insanlar kötülükler, hayal kırıklıkları yaşıyor bu süreçte. O enerjiden çıkıyorlar ve bu kötü enerjiye giriyorlar. Bu döngü içerisinde yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Herkesin bu konudaki dinamikleri, nedenleri, sebepleri farklı. Ama sonuç aynı.
Bu şekilde bir hayat yaşamanın çok acılı, sancılı ve sonucunda yaşanmaya değmez bir hayat olduğundan çok emindim ve olumlamak, Allah’ın bize verdiği o pozitif iyi enerjiyi güzelliği, pozitif olguları, her şeyi hayatımıza dahil edip yaşamak, bize yaşanır, mutlu bir hayat yaratıyor. Yaşamak, mutlu olmak bir sanat. Dolayısıyla benim tüm şarkı sözlerimdeki ana yapı bunun üzerine kurulu. Bunun için de ihtiyacımız olan bir şey vardı. Yüksek farkındalık bilinci. Ben kendi bilinç seviyemi naçizane müziğimle aktarmaya çalıştım. Benim hikayem, bir başarı hikayesi. Çünkü kendine benzemeyen, kendine benzemeyeni dışlayan bir toplumu, büyük ölçüde tabanca, yani yüzbinlerce albüm satarak, insanların binlerce, onbinlercesi konserlerime gelerek buna dahil oldular. Bunu başarmış olmaktan büyük haz duyuyorum. Tabii bunu, yüksek standartlarda devam ettirmek, o çok ayrı bir konu.
“90’LARDA ŞARKILARIMIZLA ÜLKENİN YAŞAM ENERJİSİNİ YÜKSELTTİK”
– O zaman bir albüm yapma zorunluluğu vardı yanılmıyorsam. Ama şu an bir tek şarkıyla çıkış yapılabiliyor. Bir de müzikte kullanılan teknolojileri de bu işin içine katarsak o zamanla bu zamanı kıyaslayın desek ne dersiniz?
Bütün olarak baktığımızda, zorlukları ve kolaylıkları vardı o dönemin. 2000’li yıllardan sonraki süreçte müzik sektöründe ve hayatımızda çok değişimler gerçekleşti. Bu değişimler sonucunda da bugün dijital dünyanın içinde iletişim ne kadar hızlıysa kendi içinde zorlukları da var. Kolaylıklar ne kadar fazlaysa, zorluklar o kadar çok. 90’larda iyi şarkı yazmak, iyi kompozisyon yapmak, iyi yorumlamak, enstrümanistlerin enstrümanlarını iyi çalmaları, yüksek performanslı kayıtlar yapmak gerekiyordu. Çünkü 90’larda analog kayıt vardı. Analog kayıtlar kanal kanal kayıt ediliyor ve şarkı söyleyen insanların, müzisyenlerin ikinci bir kez okuma şansı yoktu. Yani bant çalıştığında siz şarkıyı söylediğinizde ya da müzisyen gitarını çalıyorsa, bütün tuşelerini temiz, aynı volümde, duygusunu koruyarak çaldı ya da söyledi. Bu da çok yüksek bir dikkat, yetenek demekti.
Analog çağda müzisyenlerin her şeyleriyle çok iyi olmaları gerekiyordu. Öyleydik de. Orada çok iyi şarkılar üretildi. Aranjeler, çok iyi şarkı sözü yazarları ortaya çıktı. Şehrazat, rahmetli Aysel Gürel muazzam güzel hikayeler yazdılar. Tabii bu isimlerin daha öncesi de var. Ülkemizde müzik tarihinde en beğendiğim söz yazarlarından biri Fikret Şeneş hanımdır, muazzam bir değerdir Türkçe sözlü müzikte. Ajda Pekkan’ın şarkılarını, Ajda Pekkan’ı yaratan kadındır, diye düşünüyorum ben. Eğer o sözleri yazamasaydı belki Ajda Pekkan’dan hiç haberimiz olmayacaktı.
Türkçeyi bu kadar modern ele alan, yazan 90’larda da önemli isimler vardı. Bunlardan biri Zeynep Talu’dur. Bu arkadaşlarımız ve ben de dahil kullandığımız dilde kendimize ait bir dünyamız var. Çünkü kendi içimizde bir dünyamız var. Bu olmasa zaten yeni bir şey çıkmaz. Tüm bu insanların kullandıkları dil şarkı sözlerine yansıdı ve muazzam iyiydi ve çok güçlü bir çekim gücü yarattı. Ben yurt dışından gelen bir insandım, bizim genç enerjimizle beslendi ülkemizin müziği ve ülkemiz. Dolayısıyla bayağı yüksek bir enerjiyle çıktık, yaşam enerjisini bayağı yükselttik.
“BUGÜN ARANJÖRLERİN ÇOK İYİ VOKAL PARÇALAR YAZDIĞINI DÜŞÜNMÜYORUM”
2000’li yıllara geldiğimizde müzik teknolojileri değişti. Software ve dijital geçiş müzisyenlerin kalitesinin, müzikal yeteneklerinin çok ön planda olmadığının, daha çok yüksek programlama yeteneği olan, arkadaşların, DJ’lerin ortaya çıktığı zamanlardı. Bir bir süreçti başlayan ve ondan sonra devamı geldi. Bugün hala aranjörlerin böyle birkaç oktavlık, şahane müzikal zenginlikte çok iyi vokal parçalar yazdığını düşünmüyorum. Böyle bir potansiyele sahip olmadıkları da yaptıkları çalışmalardan çok net bir şekilde anlaşılıyor. Bir oktavda bitiyor şarkı.
90’larda şarkıların uzun introları olurdu. “Hasret” mesela, 1 dakika introsu var. Şimdi artık böyle bir lüksü yok aranjörlerin. Neden? Çünkü “radiofriendly” dedikleri hikayede radyolar artık hiç intro istemiyorlar. Şarkı girsin, nakarat ve bitsin. 90’larda bazı şarkılar o introdaki flüt soloyla meşhur oldular. Böyle çok fazla şarkı var. Ama böyle şarkıların maalesef bugün şansı yok. En fazla 10-15 saniye melodi çalsın ve sonra şarkı girsin. E, bu aranjörlerin, prodüktörlerin iki ayağını bir pabuca sokmak demek. Bugünün müzik sektörünün bir sıkıntısı mesela. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da. 90’larda biz daha özgürdük, daha fazla zamanımız vardı. Bir kasete 5’er dakikadan 10 şarkı koyuyorduk. Çok daha özgür, çok daha müzikal, çok daha özgün anlatımla hikayelerin anlatıldığı müzikler ve şarkılar ortaya çıktı. Onun için son 10 yıldır 90’lar deniliyor ve hiç bitmiyor. Hi
çbir dönemde bu kadar talep gören bir müzik türü olmadı. Bu benim kişisel görüşümden bağımsız, kendini gösteriyor. Demek ki iyi şeyler yapılmış. Bugün hala o iyi şarkıları insanlar dinliyor. Özellikle de yeni jenerasyon. Hayatın manipule edildiği bir dünyada yaşıyoruz, kendi içinde saf, temiz bir şey buluyor olması acayip güzel. Çünkü 90’lar şarkıları çok da samimiydi, içtendi. Kötü şarkılar o zaman da yapıldı, onlar da kendi içinde elendi zaten.
“MÜZİĞİMİ YİNE YAPIYORUM”
– Bugünkü müzikal olgunluğunuzla ve ruhsal yolculuğunuzdaki olgunluğunuzla o günkü Ahmet’e baktığınızda onu başka türlü yönlendirmek ister miydiniz? Yoksa “Yoluna devam et, bu çizgiden şaşma” der miydiniz?
90’lardaki ben 26 yaşında genç bir adamdım. Hayalleri vardı ve bunu gerçekleştirdi. Türkçe sözlü müziği ülkesine gelere, insanlarıyla paylaştı ve bir başarı hikayesi çıktı ortaya. Bu da Özkan Uğur’un sayesinde. Sonraki süreçte bu genç adam, bu idealist adam müziğini üretti, paylaştı. Bugüne geldiğimizde şükürler olsun sağlığım yerinde, iyi görünüyorum.
Sesim hala iyi. Bunun için çok şanslıyım, bu yaşa gelip sesini koruyamayan çok fazla meslektaşım da var. Şimdi merak ediyorlardır, kaç yaşında diye. 66 doğumluyum, 60’lara merviden dayamış bir insanım. Bugünkü Ahmet 26 yaşındaki Ahmet değil. Bu dünya 26 yaşındaki Ahmet’in yaşadığı dünya da değil. Bugünkü gerçeklerimle yaşıyorum. İyi olan şu, hala müziğimi yapıyorum. Arzu eden ve merak eden “Ah Canım Ahmet” yazdığında her yerden dinleyebilir.
– Sizden günümüze birçok unutulmaz şarkı kaldı. Ama sizin 90’lardan unutamadığınız hangi şarkı kaldı aklınızda?
Levent Yüksel’den “Bu Aşkın Katili Sensin” diyorum.
Albüm’ün “Ah Canım Ahmet” bölümünü kaçıranlar için podcast kayıtlarını dinleyebilirsiniz.
AH CANIM ADMET BÖLÜMÜ PODCAST’İ (TIKLA-DİNLE)
Bir yanıt yazın